Film Eleştirisi: Kış Uykusu (Winter Sleep)


Öncelikle son birkaç gündür Türk sinemasına yönelttiğim tüm o suçlamaları geri alıyorum. Türk sinemasının da kötüsüne denk gelebiliyormuşsun demek ki. Kış Uykusu'nun kafamdaki yerli film tabusunu yıktığını söyleyerek başlamak istiyorum yazıma. Nuri Bilge Ceylan'ın hem senaristi hem de yönetmeni olduğu film,
emekliye ayrılmış ve emeklilik günlerini geçirmek üzere Orta Anadolu'nun küçük bir şehrine taşınan ve burada bir otelde çalışmaya başlamış eski bir oyuncu Aydın'ın (Haluk Bilginer), eşi (Melisa Sözen) ve kardeşi (Demet Akbağ) ile sorunlu ilişkisini anlatıyor.
(sinemalar.com) 
Yazının burdan sonrasını filmi izlemeye niyetliyseniz okumamanızı öneririm.

Aydın isminin seçilmesi tesadüf değil. Aydın (Haluk Bilginer), "Türk aydın"ını temsil ediyor. Film insan ilişkilerinin yanında Türkiye'de süregelen halk-aydın çatışmasını da ele alıyor. Aydın için söyleyebileceğimiz her şeyi Türk aydını için de söyleyebiliriz.

Aydın eski bir tiyatrocu, eski kafalı olduğu da söylenebilir. Kibirli birisi. Erdemli sayılabilir ama bu erdemleri sürekli insanlara hatırlatarak insanı boğan, küçük düşüren, aşağılayan bir yapısı var. Ailesi de eşi de Aydın konusunda oldukça beklentili. Onların beklentilerini bir bakıma boşa çıkardığı söylenebilir. Ne karısının istediği karizmatik oyuncu olabilmiş ne de kardeşinin hayalini kurduğu başarılı sanatçı. Varlıklı bir aileden geliyor, hiç filmde ya da dizide rol almamış, hep tiyatro yapmış, şimdilerdeyse Bozkırın Sesi isimli yerli gazetede köşe yazıları yazıyor.

Film aydın kesimin yanında aslında aydın kesimden çok şey bekleyenleri de eleştiriyor.
"Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak bana biraz haksızlık etmiyor musun?"
Kardeşi Necla'nın deyimiyle "Acı çekmemek için kendini kandırmayı tercih ediyor."

Mesela Bozkırda Açan Çiçekler isimli yazısından sonra gelen mektupta, bir okuru köye insanları eğitmek için bir bina açmak konusunda yardım talep ediyor. Her ne kadar yaptığı yardımları söylemiyor gibi görünse de sırf bu fikri duyulsun diye Aydın, eşine ve arkadaşı Suavi'ye bunu söylüyor ancak söyledikten sonra hiçbir girişimde bulunmuyor. Hepsi göstermelik ve kendini kandırmaya yönelik.

Aydın sürekli maneviyattan, vicdandan, ahlaki değerlerden bahsediyor ancak hayatında hiçbirinin yeri yok. (Nihal bunun için "Bir insan bu kelimeleri ne kadar fazla kullanıyorsa esas ondan şüphe etmek lazım." diyor.)

Muhafazakar insanları gericilikle, dinsiz insanlarıysa umursamazlıkla suçluyor; yaşlıları özgür düşünemedikleri için, gençleri ise fazla özgür oldukları için suçluyor ve bu yüzden herkesten nefret ediyor. Herkesten kuşkulanıyor, halktan nefret ediyor. Halka bir şekilde dayanamıyor. İmamın ayak kokusu onu rahatsız ediyor. Ama suçu asla kendinde aramıyor. Sırf kirayı ödeyemeyeceğini söylemek için kilometrelerce yolu yaya gelen adamın ayak kokusu onu rahatsız eden şey. Ya da fakirliği görmeyip yöre halkındaki estetik eksikliğini eleştiriyor. Halkla bu kadar iç içe yaşayıp halktan bu kadar uzak olmak da aydın kesime diğer bir eleştiri.

Kendine fayda sağlamayacak hiçbir duygu beslemiyor. Adını lekeleyecek hiçbir şey yapmıyor. Her şey aslında desinler için! Herkesten şüphe duyuyor. Kendisi dışında herkesi suçluyor. Asıl ironik olansa başından beri yanında olan Hidayet onu kazıkladığı halde farkına varmıyor. Bazen inanç ve güven insanın gözlerini kör edebiliyor sanırım.

Necla, Aydın'ın kardeşi (Demet Akbağ) Aydın ve eşiyle birlikte otelde yaşıyor. Eşinden boşanmış, sivri dilli birisi. Zeki olduğu da söylenebilir. Sürekli insanı iğneleyici sözler söylüyor. Aydın'ı her hafta yazdığı köşesinde, bilgisi olmayan konularda ahkam kesmekle -burda da Türk aydınına büyük bir eleştiri var-, insanları küçük düşürmekle; eşi Nihal'i ise hayatı boyunca çalışmadan sadece başkasının parasıyla yardım yapmakla suçluyor. Ona göre yardım,

"Köpeğin önüne kemiği atmak değil, en az köpek kadar açken kemiğini onunla paylaşmak" şeklinde olmalı. Her ne kadar eleştirileri itici gelse de oldukça haklı. Ancak o da kendisine bakmayanlardan. Sürekli canının sıkıldığından bahsedip duruyor. En büyük problemi can sıkıntısı. Can sıkıntısı bile bir lüks sayılabilir aslında.

"Düşünmek en büyük eylemdir" diyor. Aslında söyledikleri çok iddialı ancak o da hayalindeki kadın olamamış bence. Alkolik kocasından ayrıldığı halde hala ona karşı içinde bir özlem var. Hep bahaneler buluyor. Gelip özür dilemeyişini, ona uzak kalışını, eski eşinin Aydın'dan korkuyor olmasına bağlıyor. Bu da bir çeşit kendini kandırmak.

Filmin başında "kötülüğe karşı koymamak" ne demek diye sorup duruyor. Kötülüğe karşılık vermezsen karşındaki de utanıp kötülükten vazgeçer mi? Filmin sorguladığı diğer bir konu da bu. (Gandhi'nin mücadelesini hatırlatıyor bir şekilde) Eski eşinden özür dilemeyi bile düşünüyor, sırf onu utandırmak için. Bence onu hala seviyor ve bu da duruma uydurduğu kılıf.

Film bir bakıma kötülüğü ve kötüyü de sorguluyor. Kötülüğün gerekçesi olabilir mi? Kötülüğe karşı koymazsan düzelir mi?

Nihal (Melisa Sözen), Aydın'ın ona göre genç ve güzel karısı. Hayatında hiç çalışmamış ve anladığım kadarıyla eğitimsiz de. Bunun getirdiği kompleksle Aydın'ın sanki sürekli onu ezmeye, küçük düşürmeye çalıştığını düşünüyor. Aydın'ın her dediğinde bir alaycılık seziyor. Öte yandan Aydın da Nihal için, Nihal'in hep ondan genç ve güzel olduğunu ve Nihal'in daha iyilerini hak ettiğini düşündüğünü ve onu sevmediğini düşünüyor. Nihal'in beklentilerini karşılayamadığını düşündüğü için de "Basit bir adamım" diyor.

Hep Aydın'ın altında kalan Nihal, hayır işleriyle varolmaya çalışıyor. Aydın ona iyi niyetle yardım etmeyi teklif etse de o bunu her işe el atmak, ona bir şey bırakmamak olarak algılıyor. Nihal'in bu aydın kesim içinde bir varolma çabası da var. Ancak çok genç ve tecrübesiz...

Nihal de Aydın da özgür iki insan gibi görünse de aralarındaki sıkıntılara rağmen ikisi de gidemiyor.
Aydın filmin sonunda artık İstanbul'da onu çeken bir şey olmadığını, artık o şehrin de yabancısı olduğunu söylüyor. Arada kalmışlık, bir yere ait olamama durumu var. Ne şehre ne de köye ait olabiliyor oradaki aydın halk.

Aslında bu oteldeki çatışmalar, insan ilişkilerindeki sorunlar, yöre halkının sorunlarının yanında o kadar lüks kalıyor ki. İnsanlar kıt kanaat geçinmeye çalışırken kendini ötekileştiren aydın kesim böyle lüks sıkıntılar edinmiş.

Filmde bir de halktan bir hikaye var. İlyas, İsmail ve Hamdi'nin hikayesi.

Bu ailenin Aydın'a borcu var. Aydın'a babasından kalan evlerden sadece birinin hikayesi bu. Kirayı birkaç ay geciktirdikleri için eve icra geliyor ve buna karşı çıkan İsmail (Nejat İşler) polisler tarafından tartaklanıyor. Hamdi (Serhat Mustafa Kılıç) din adamı, İsmail'in kardeşi. Sürekli lafı uzatarak asla asıl meseleyi söylemiyor. Hep söylediği süslü sözlerin arasında aslında gerçek bir şey yok. İlyas, İsmail'in oğlu. Babasının polisler tarafından dövüldüğünü görüyor. İlyas, Aydın arabayla geçerken arabasına taş atıyor ve arabanın camını kırıyor. Sürekli nefretle bakıyor Aydın'a. Asla özür dilemiyor. Babasının kırılan onurunu kırdığı camla tamir etmeye çalışıyor. İlyas da halkı temsil ediyor. Aydın kesime büyük bir nefret duyuyor. Üstelik çocuk olduğu için aynı zamanda en saf duyguları temsil ediyor. İlyas camı kırdığı için babasından dayak yedikten sonra onlara yardım etmek için gelen Nihal ona "ne olmak istiyorsun" diye sorunca "polis" diyor. Bence filmin en anlamlı kısımlarındandı.

Aynı zamanda filmde bir at imgesi de var.
Aydın beyaz bir at satın alıyor. Yakalanışını izliyor. Çırpınışlarını, karşı koyuşlarını. Otelde bir bölüm ayırıyorlar ata. Sakinleşmesi için birkaç gün orada bekletiyorlar. Ancak Aydın sürekli onu ziyaret ediyor ve filmin sonunda da atı serbest bırakıyor. Bence at özgürlüğü temsil ediyor. Aydın'ın özgür olamayışını. Aydın kesimin tutsaklığını.

Filmin sonunda Aydın sonunda bildiği şeyi yazıyor. Uzun süredir lafını ettiği ama hiç başlamadığı "Türk Tiyatrosunun Tarihi" isimli bir kitap yazmaya başlıyor.

Filmde hiç müzik kullanılmamış olmasına rağmen eksikliğini hissetmedim. Son yıllarda izlediğim en iyi Türk filmi diyebilirim. Haluk Bilginer'in son yıllardaki en başarılı oyunculuğu. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Ancak film biraz uzun. (196 dk.) Bu yüzden yazımın uzunluğunu bağışlayın lütfen. Hepinize bol kültürlü günler!

1 yorum:

  1. Filmi çok iyi tahlil etmişsiniz. Daha iyi anlamama vesile oldunuz. Teşekkürler

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.