Revenant (Diriliş) İnanılmaz Ayrıntılı Film İncelemesi


Revenant'ı vizyondan kalkmadan izlemeyi başardım. Film Leonardo DiCaprio'ya ilk Oscar'ını kazandırmasıyla büyük ses getirmişti. Bundan öncelerde internet üzerinden yapılan Oscar ve Leo geyiklerini hepimiz biliyoruz. Nihayet, ünlü oyuncu kariyerinin ilk Oscar'ını bu sene yani 2016'da Revenant'la (Diriliş'le) kazandı.

1820'lerde geçen film, bir kürk ticareti şirketine rehberlik eden bir sınır sakininin yol boyunca başından geçenleri konu ediyor. Hugh Glass isimli bu adam bir ayının saldırısına uğruyor. Ayının pençeleriyle yaraladığı adam, yaşam mücadelesi verirken kendi avlanma ekibi tarafından ölüme terk ediliyor.

Tahmin edebileceğiniz üzere, Hugh Glass'ı Leonardo DiCaprio canlandırıyor. Film tür olarak survival-drama olarak nitelendirilmiş. Birdman'den tanıdığımız Alejandro González Iñárritu'nun senaryosunu ve yapımcılığını üstlendiği filmin 3 Oscar'ı bulunuyor. (En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen ve En İyi Sinematografi) Aynı zamanda 3 Altın Küre ve 5 BAFTA kazanmış.

Fragman

Öncelikle filmi çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kesinlikle çok emek harcanmış bir film, IMDb puanını ve aldığı ödülleri sonuna kadar hak ediyor. Leonardo DiCaprio'nun oyunculuğuna zaten diyecek yok. Filmin beni en çok etkileyen tarafı filmin çekimiydi. Film oldukça gerçekçi çekilmişti. Bu bakımdan Sinematografi ödülünü kesinlikle hak ettiğini söyleyebilirim. Filmin inanılmaz derecede, hatta ve hatta tüyleri diken diken edecek düzeyde gerçekçi oluşunu filmin yönetmeninin prensiplerine borçluyuz.

Film Nasıl Çekildi?

Filmin çekimleri Ekim 2014'te başladı. Inarritu, filmin bilgisayar tarafından oluşturulmaması konusunda ısrarcıydı. Filmin CGI olmasının izleyicide gerçekçilik hissini kaldırdığı bir gerçek. Hatta Alejandro G. Inarritu'nun Hollywood Reporter'a verdiği röportajda şu sözleri yer alıyor:

"Eğer kahve içerken ve herkes iyi vakit geçirirken yeşil ekran kullanıp filmi çekmiş olsaydık, büyük ihtimalle film bok gibi oldurdu."

Aralık'ta filmin çekimlerine 2 haftalık ara verilmesi planlanırken bu süre 6 haftaya çıktı. Bu da filmde Fitzgerald'ı canlandıran Tom Hardy'nin Suicide Squad filminin kadrosundan ayrılmasına sebep oldu. Şubat 2015'te Iñárritu, prodüksiyonun Nisan ya da Mayıs sonunda biteceğini duyurdu. Ekip, filmin uzak yerlerde çekilmesi dolayısıyla, günlerinin %40'larını gidiş dönüşe ayırdıklarından yakınırken, New Regency Pictures'un CEO'su ve başkanı Brad Weston, çekimler sırasında zorlu doğa şartlarıyla mücadele ettiklerini belirtti. Film çekimleri nihayet Ağustos 2015'te sona erdi.

Film 3 ülkede, 12 farklı yerde çekildi: Kanada, ABD ve Arjantin. Kanada çekimleri Alberta'daki
Calgary ve Fortress Dağı'nda; Squamish ve Mammoth Stüdyolarında ve Burnaby, British Columbia'da gerçekleştirildi. Başta plan filmin tamamını Kanada'da çekmek iken havanın ısınmasıyla yapımcılar yeni yerler aramaya başladı. Filmin son kısmı Arjantin'in yüksek noktalarında hala kar varken çekildi.

Çekimlerin zorluğundan şikayet eden ekip üyelerinin çoğu ya istafa etti ya da kovuldu. Mary Parent o sıralar yapımcı olarak kadroya alındı. Iñárritu, filmi bırakan ekip üyeleri hakkında şöyle konuştu:

"Bir yönetmen olarak eğer ritmi bozan bir keman görürsem, onu orkestradan almak zorundayım."

Filmin başrol oyuncusu Leonardo DiCaprio zorlu çekim şartları konusunda şöyle söyledi:

"Yapmak zorunda kaldığım en zor şeyler arasında 30-40 şey sayabilirim. Donmuş nehirlere girmek ya da donmuş nehirlerden çıkmak olsun, hayvan leşlerinin içinde uyumak ya da sette yediğimiz şeyler... Sürekli buz gibi soğuktum ve büyük ihtimalle sıkça hipotermi oldum."

Leonardo DiCaprio çekimlerde buz gibi soğuk suda yüzmüş, buza çıplak yüzünü bastırmış, geceyi hayvan leşinin içinde geçirmiş ve çig bizon karaciğeri yemiş. Eee bu adam Oscar almasın da kim alsın?...

Inarritu filmi kronolojik olarak çekmek istediğini açıklamıştı. Ki bu da filmin yapım bütçesine 7 milyon dolar daha ekleyecekti. Inarritu daha sonra Hardy'nin filmin hava şartlarından dolayı kronolojik olarak çekilemeyeceği açıklamasına rağmen filmin seri olarak çekildiğini onayladı.

Temmuz 2015'te, normalde 60 milyon olarak planlanan filmin bütçesinin 95 milyona çıktığı açıklandı. Film çekimleri tamamlandığında prodüksiyon, filmin final bütçesinin 135 milyona çıktığını belirtti.

Plot (Özet)*

*Bu kısmı filmi henüz izlemediyseniz okumamanızı öneririm. Spoiler dolu diyeceğim ama bildiğiniz filmin yazıya dökülmüş hali...

1823'te Kaptan Andrew Henry (Domhnall Gleeson) komutasındaki bir grup avcı Kuzey ovalarında, henüz örgütlenmemiş Amerika topraklarında (bugünkü Dakota) post için avlanıyor.

Arikaralar (yerli Amerikalılar) sürpriz bir saldırı gerçekleştirdiklerinde, çoğu avcı öldürüldü. Hayatta kalanlar bir bota binerek kaçtı. Ancak tecrübeli rehber Hugh Glass (Leonardo DiCaprio) şehrin dışındaki kürk ticareti merkezi Fort Kiowa'ya yürüyerek gitmelerinin daha güvenli olacağını söyledi. Bu öneri bazılarını, özellikle de Glass ve Glass'ın melez oğlu Hawk'a (Forrest Goodluck) düşman olan John Fitzgerald'ı (Tom Hardy) rahatsız etti. Bunun sebebiyse Fitzgerald'ın kafa derisinin bir kısmının yıllar önce yerliler tarafından yüzülmüş olmasıydı. Arikaralar Amerikalıları gizlice takip etmeye devam ediyorlardı. Çünkü Reis'in kızı Powaqa'nın kaçırılmasından onları sorumlu tutuyorlardı.

Glass tek başına keşif yaparken, bir boz ayı tarafından saldırıya uğrar. Ayı pençeleriyle Glass'a büyük zarar verir. Grup, Glass'ı can çekişirken bulur ve onu eğreti bir sedyeyle taşırlar. Fitzgerald, Glass'ın hayatta kalamayacağını ve yolculuklarını hızlandırmak için onu öldürmeleri gerektiğini savunur.

Glass'ı öldürmek istemeyen Henry, onunla kalacaklara para teklif eder. Fitzgerald, Hawk ve genç Jim Bridger (Will Poulter) gönüllü olur. Henry, Fitzgerald'a Glass ölene kadar onunla kalacağına ve onu uygun şekilde defnedeceğine dair söz verdirtir.

Bridger uzakta matarasını dereden doldururken, Fitzgerald Glass'ı boğmaya çalışır. Ancak Hawk fark eder. Fitzgerald, Glass elinden bir şey gelmeden izlerken Hawk'ı öldürür. Bridger döndüğünde, Fitzgerald Hawk'ın kaybolduğunu, Glass'ın da bunu teyit edemeyecek kadar yaralı olduğunu söyler. Bir sonraki sabah Fitzgerald, Bridger'ı aniden uyandırarak aslında öyle olmadığı halde Arikaraların yakında olduğunu ve Glass'ı bırakmak zorunda olduklarını söyler. Glass'ı üstünkörü bir mezara sürükler. Bridger tereddüt eder ancak matarasını Glass'a bırakarak Fitzgerald'la sıvışır. Glass mezardan sürünerek çıkar ve günlerce yürür. Bu sürede yavaşça gücünü geri kazanırken, sürekli Amerikalılar tarafından öldürülmüş yerli karısının hayallerini görür. (Fitzgerald, filmin başlarında Glass'a, karısını öldüren Amerikalı askeri öldürdüğünü söylerek yükleniyordu.) Arikaralardan nehrin akıntılı kısmına kendini bırakarak kaçar.

Fort Kiowa'ya giderlerken Brdiger, Fitzgerald'ın ona yalan söylediğini fark eder. Ancak Fitzgerald Bridger'ın korkaklığından faydalanarak onu susturur. Fort Kiowa'ya geldiklerinde Fitzgerald, Henry'ye Glass'ın öldüğünü ve Hawk'ın da büyük ihtimalle Arikaraların saldırısına uğradığını söyler. Henry Fitzgerald'a söz verdiği ücreti öder, ancak Bridger suçluluk duygusuyla parayı geri çevirir.

Glass bu sırada arkadaş canlısı bir Pawnee olan Hikuc'la karşılaşır. Hikuc Glass'la bizon etini paylaşır. Hikuc da ailesini kaybetmiştir ancak "intikamın Tanrı'nın ellerinde olduğunu" söyler. At üstünde yolculuk ederler. Hikuc Glass'ın yaralarını iyileştirir ve ona kol kanat gerer. Sonraki sabah Glass, Hikuc'u Fransız-Kanadalı post avcıları tarafından bir ağaca asılmış halde bulur.

Kampın içine sızar ve liderlerinin Arikara reisinin kızına tecavüz ettiğini görür. Kızı serbest bırakır, iki avcıyı öldürür. Hikuc'un atını geri alarak kaçar. Yine Arikaralarla karşılaşır, bu sefer de atını uçuruma sürerek kaçar. At ölür, Glass yaralanır. O geceyi atın leşinin içine girerek atlatır.

Bu sırada Fort Kiowa'ya yalnız bir Fransız avcı gelir. Bridger'ın matarasını taşıyordur. Matarayı Hawk'tan çaldığını düşünen Henry, bir arama organize eder. Fitzgerald, matarayı gördüğünde Glass'ın hala yaşadığını anlar, kasadan para çalar ve kaçar. Henry arama sırasında Glass'ı bulur ve onu ticaret merkezine getirir. Öfkelenen Henry, Bridger'ı vatan hainliğiyle suçlar. Ancak Glass, Henry'yi Fitzgerald'ın Bridger'a yalan söylediğine ikna eder. Henry kaçan Fitzgerald'ı bulmaya gitmek ister. Glass onunla birlikte gitmeye ısrar eder. Arama sırasında ikiye ayrıldıklarında, Fitzgerald Henry'yi pusuya düşürür. Glass Henry'i ölü ve kafa derisi yüzülmüş halde bulur.

Henry'nin cesedini tuzak olarak kullanan Glass böylece Fitzgerald'ı pusuya düşürür. Onu ormana kadar kovalar ve nehrin kenarında çarpışırlar. Kanlı bir kavga olur. Glass, Fitzgerald'ı öldürmek üzereyken, Hikuc'un sözlerini hatırlar ve onu nehrin üzerinde Arikaralara doğru ittirir. Reis, Fitzgerald'ı kafa derisini yüzerek öldürür. Ancak Glass'a bir şey yapmaz. Reis'in yanında Powaqa da vardır. İntikamını tamamlayan Glass, ormana doğru geri çekilir ve o sırada ölü eşine dair bir flashback daha görür.

Film Gerçek Olaylara Mı Dayanıyor?

Evet, yani sayılır. Hayatı anlatılan adam çok daha az ihtişamlı bir hayat geçirdi. Hugh Glass bir kürk avcısıydı, 19. yüzyılın başlarında Amerikan'ın batısındaki zorlu dağ adamlarından biriydi. Amerikan folk kahramanlarının (örneğin Davy Crockett) bilinmeyen bir kuzeniydi de denebilir.

Glass'ın hayatı hakkında bildiklerimiz tahminen şöyle: Okur-yazar olmasına rağmen tarihte çok az bir iz bıraktı. Ailesine yazdığı bir mektup günümüze ulaştı. Mektupta kürk tüccarı bir dostunun yerli Amerikalılar olan Arikaralar tarafından öldürüldüğü yazıyordu. Üstlerinin yazdığı bazı belgelerde mücadeleci bir çalışan, başa çıkması zor diye tanımlanmış. Ve bir ayı tarafından yaralandığını biliyoruz.

Glass'ın hatırlanmasının sebebi, ayı saldırısı. Hikaye aylar içersinde bir sınır efsanesi haline gelmiş. Hikaye, 1824'te Philadelphialı edebiyat tutkunu bir avukat tarafından yazıya geçirildi ve Amerika'nın her yerindeki gazete ve dergilerde yer aldı.

Peki gerçek miydi?
Notre Dame Ünivesitesi profesörü Jon T Coleman, çok emin değil.

"O zamanlar gerçek ve kurgu arasındaki farkı önemsiyorlar mıydı bilmiyorum. Bence iyi bir hikaye ve Amerikalıların batıyı görme biçimiyle de uyuşuyor. Vahşi doğayla tanışan erkeklerin vücutları bambaşka bir şeye dönüştü. Artık Avrupalı ya da İngiliz olmaktan çıkmışlardı. Amerikalı oldular."

Saldırıyı gören yok. Bazıları Glass'ın yolculuktayken öldüğü ve bir çıngıraklı yılan tarafından yenildiğini söylüyor. Yerde sürüklendiği mesafe konusundaysa bazıları 80 mil diyorken bazıları bu sayıyı 200'e kadar çıkarıyor.

Film Üzerine Düşünceler

Hugh Glass, Kızılderili bir kadına aşık olmuş ve ondan bir de çocuk yapmış. Oğlunu her ne kadar sevse de ırkçılığın oldukça farkında. Bu yüzden diğerlerinin yanında ona çok sert davranıyor ve sesini çıkarmamasını söylüyor. Hatta sanıyorsam, sözleri tam olarak şöyleydi:

"Görünmez ol dedim sana. Yaşamak istiyorsan çeneni kapat. Sesini duymazlar, sadece teninin rengini görürler."

Glass'ı yaşamaya zorlayan, sürekli pes etmemesini söyleyen, sürekli gördüğü o görüntülerdi. Karısının sesini duyuyordu. Kafasının içinde karısı şunları söylüyordu:

"Nefes alabildiğin sürece dövüşürsün. Nefes al. Nefes almaya devam et. Fırtına varken bir ağacın önünde durup dalllarına baktığında, düşeceğine yemin edebilirsin. Ancak eğer gövdesine bakarsan, sabit durduğunu görürsün."

Film inanılmaz gerçekçi çekilmesinin ve onca hayatta kalma savaşının yanında bence büyük sorunlara da parmak basıyor. Şimdiki Amerikalıların Kızılderililere ait her şeyi; başka bir deyişle onların sahip olduğu tek şeyler olan toprağı, havayı, suyu, hayvanlarını çalmalarını anlatıyor. Üstelik filmde Fitzgerald üzerinden beyazların duruma bakış açısı da verilmiş. Beyazlar, aslında Kızılderililerin onlardan her şeyi çaldığını düşünüyorlar. Beyazlar, Kızılderililerin her şeylerini çaldıkları yetmezmiş gibi, kadınlarına tecavüz etmiş, birçoğunu da öldürmüşler. Bir çeşit soykırım. Herkes farkında. Kimse bir şey dememiş, demiyor.

Filmin konusunu düşündükçe Leonardo DiCaprio'nun Oscar konuşmasını yadırgamıyorsunuz. Kendisi de bir çevreci aktivist olan aktör, Oscar gecesi yaptığı politik sayılabilecek ciddi konuşmasıyla da oldukça konuşuldu.

Hugh'un Amerikan olmasının yanında yerli bir kadına aşık olmuş olması ve çocuğunun da melez olması, konuya daha objektif bir bakış açısı getirmiş. Kızılderilileri vahşilikle suçlayan beyazlar, aynısını kendileri yaptığında ismi ticaret oluyor. İsmi özgürlük savaşı oluveriyor.

Geçenlerde bu konuda yazılmış bir kitap okudum. İsmi Papalagi: Göğü Delen Adam. Beyazlar ilk geldiklerinde büyük yelkenli gemileri ufukta göğü deliyormuş gibi göründüğünden, yerliler beyazlara bu adı vermişler. Kitap, bir kızılderili reisinin halkına yaptığı konuşmalardan oluşuyor. Kendisi de Avrupa'yı görmüş biri. Anlatılan ilkel topluluk Hristiyanlığı kabul etmiş. Beyazların yaptıkları en iyi şeyin onları Hristiyanlıkla tanıştırmak olduğunu söylüyor. Aynı zamanda beyazları Hristiyanlığın gereklerini yerine getirmemekle suçluyor. Kitabın yazarı bir Alman ve beyaz olmasına rağmen Reis'in bu düşüncelerini tüm dünyayla paylaşmak istemiş. İlkel bir dilden çevrildiği için öyle büyük edebi laflar beklemeyin. Oldukça yalın, öz. Galiba öyle süslü sözcüklere, ağdalı bir dile de ihtiyacımız yok; derdini anlamamız, ders çıkarmamız için.

Kesinlikle ve kesinlikle Revenant'ı izleyin, Papalagi: Göğü Delen Adam'ı okuyun. Ne kadar "papalagi" olduğunuzun farkına varacaksınız. Amerikalılar da, bugün çok az kalan Kızılderililere bir özür borçlu olduklarını filmi izleyince görmüşlerdir diye düşünüyorum.

NOT: 2016 Oscar'ları üzerine bir yazı yazma fırsatı bulamadım ancak ödül törenini izledim. Amacım Oscar'lı filmleri teker teker izleyerek ayrıntılı eleştiriler yapmak. Bu seriye de ilk Revenant'la başlamak istedim. Serinin, filmi izlemeden önce iyi mi değil mi diye bakmak için okunacak yazılar gibi değil de daha çok filmin ardından film üzerine düşünmeye, filmi sindirmeye yarayan yazılar olmasını amaçlıyorum. Bu yazımda da Revenant'ın esinlediği gerçek hikayeden ve Papalagi: Göğü Delen Adam kitabıyla benzerliklerinden bahsettim. Yazıda doğa ve insanoğlu çatışması üzerine fikirlerim de yer alıyor. Umarım hoşunuza gitmiştir. Yorum yazmayı unutmayın.









Kaynaklar:
Yazının hakları tamamen şahsıma (Helin Su Gülseven) aittir. Kullanılan ifadeler, çeviri bana aittir. Tüm hakları saklıdır.

3 yorum:

  1. mükemmel anlatmışsınız. fark edemediğim birkaç detayı sizin sayenizde daha iyi kavradım. çokça teşekkürlerimi iletiyorum. güzel günleriniz olsun.

    YanıtlaSil
  2. Eger bu derlemeler butunu "inanilmaz ayrintili film incelemesi " ise benim bu yazdigim da ; yorum degil, inanilmaz derinlikte bir roman.

    YanıtlaSil
  3. Merhaba. Filmin sonunda Glass bize (kameraya) bakıyor. Bunun önemli bir mesaj olduğunu düşünüyorum ama ne olduğunu çok kavrayamadım. Ayrıca ekran kararınca intikamını tamamladığını, mücadeleyi bıraktığını ve öldüğünü düşünmeli miyiz?

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.