Oscar Adayı The Post Film İncelemesi
Herkese merhabalar! Uzun bir aranın ardından ilk defa yazıyorum. En iyi film ve en iyi kadın oyuncu dallarında iki Oscar
adaylığı bulunan The Post’u izledim ve oldukça beğendim.
The Post, Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam Savaşı
öncesi politikalarını içeren çok gizli belgelerin New York Times tarafından
yayımlanması ve Washington Post gazetesinin bunu devam ettirmesinin ardından gelişen
olayları anlatıyor. Bu olaylar etrafında, babasının kurduğu ve kocasına devrettiği Washington Post'u kocasının intiharının ardından devralmak zorunda kalan ve dönemindeki tek kadın yayımcı olan Kay Graham ve basın özgürlüğünü savunan gazete editörü Ben Bradlee'nin ve tabi ki
haberi yazan cesur gazetecilerinin çabaları sonucu Washington Post’un
bugünkü Washington Post oluşu anlatılmış. Kısacası, The Post, devlet ve basının yüzyıllardır
süregelen çekişmesini konu edinen bir film. Yönetmen koltuğunda Steven Spielberg oturuyor. Senaryosu Liz Hannah ve Josh Singer tarafından yazılmış. Meryl Streep, büyük bir Amerikan
gazetesinin başındaki ilk kadın yayımcı olan Katharine "Kay" Graham rolünde. Tom Hanks ise
ilkeli bir editör olan Ben Bradlee’yi canlandırıyor.
Fragman
Film Üzerine Düşünceler (Spoiler içerir)
The Post, basın ve yayın özgürlüğü, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve kadın erkek eşitliği üzerine güzel mesajlar veren bir film. Yönetmen Spielberg, başrollerinde Streep ve Hanks… Daha adaylıklar açıklanmadan ve hatta filmi izlemeden önce bile Oscar adayı olacağını söyleyebilirdim. Zaten bu üçlü herhangi bir başka film yapsaydı da büyük ihtimalle Oscar adayı olurdu ve hatta Oscar'ı alabilirdi bile!Şahsen ben tarihi olayları konu edinen filmleri izlemekten büyük keyif alıyorum. Bize güzel bir başarı hikayesi izletmenin, bizi umutlandırmanın yanında, o filmin konu edindiği tarihi olayları araştırmamızı sağlıyorlar. En azından benim için öyle oluyor.
The Post bizi savaş alanından alıp Washington'a, güzel evlere, süslü partilere, yemeklere, haber merkezlerine ve mahkemelere götürüyor. Vietnam Savaşı'ndan bir kesit ile başlıyor hikaye. “Kim bu uzun saçlı?” diyor bir asker ötekine, 1966 yılında Vietnam'ın karanlık ormanlarına gitmeye hazırlanırken. Bahsettikleri adam Rand Corporation'da çalışan ve Amerikan askerinin yanında savaş alanında bulunan Daniel Ellsberg (Matthew Rhys). Ellsberg, Amerika'ya geri dönen uçakta, adalet bakanı Robert McNamara (Bruce Greenwood) tarafından çağrılıyor ve kendisine savaş hakkındaki fikri soruluyor: “İşler daha mı iyi daha mı kötü?” Çoğunlukla aynı, diye yanıtlıyor Ellsberg. McNamara da öfkeli bir şekilde buna katılıyor. Ancak, savaş hakkında yeni haberleri almak için onu iniş alanında bekleyen basına böyle söylemiyor: “Her anlamda ilerleme kaydediyoruz” diyor ve gülümsüyor.
Bir savaş karşıtı olan Daniel Ellsberg, gözlemci olarak gittiği Vietnam Savaşı'ndan döndükten sonra Pentagon'un Vietnam Savaşı kararının alınmasının öncesindeki olayları konu edinen çalışmasını gazetelere sızdırıyor.
Pentagon Papers (Pentagon Belgeleri), resmi adıyla United States – Vietnam Relations, 1945–1967: A Study Prepared by the Department of Defense (Amerika Birleşik Devletleri – Vietnam İlişkileri, 1945–1967: Savunma Bakanlığınca Hazırlanan Bir Çalışma), ABD Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve ABD'nin 1945-1967 yılları arasında Vietnam'daki siyasi-askeri müdahalesini konu alan tarihçedir. Belgeler, çalışmayı hazırlayanlardan biri olan Daniel Ellsberg tarafından sızdırıldı ve ilk kez 1971'de The New York Times gazetesinin ön sayfasında kamuoyunun dikkatine sunuldu. Gazete, 1996'da yayınlanan bir makalede Pentagon Belgeleri'nde yer alan bilgilerin, Johnson hükümetinin "yalnızca kamuoyuna değil, aynı zamanda Kongre'ye sistematik olarak yalan söylediğini" kanıtladığını yazdı.*
*Vikipedi
Film, bir kadın yayımcıya o dönemde nasıl bakıldığı hakkında da fikir veriyor. Aynı zamanda basının devletle ilişkisinin ne derece olması gerektiğini sorguluyor. Streep ve Hanks'in oyunculuklarını övmek için birkaç satır harcamanın her ne kadar lüzumsuz olduğunu bilsem de ikisinin de çok başarılı performanslar sergilediğini söylemeden edemeyeceğim. Özellikle Streep, karakterinin ikilemini ve psikolojisini çok iyi vermişti. Zaten Meryl Streep'in bu rolüyle En İyi Kadın oyuncu dalında Oscar adayı oluşu da bunu kanıtlar nitelikte. Graham'ın her saniye kafasının başka bir yerde olduğunu ve basın olarak nasıl bir konumda olması gerektiği, yani aynı masada yiyip içtiği insanlar hakkında nasıl haberler yapması gerektiği konusundaki kararsızlığını hissedebiliyordunuz. Basın ne kadar ileri gitmeliydi? Basın ve yayın özgürlüğü ne zaman suç, ne zaman vatana ihanet haline geliyordu?
Kay Graham'ın tereddütlerine karşın, Ben Bradlee başından beri basının yeri konusunda kesindi: "Hükümet onlar hakkında gazetemizde yazdıklarımızı beğenmiyorlar diye bize haberlerimizin nasıl olması gerektiğini dikte edemez." ve "Yayın hakkını korumanın tek yolu yayınlamaktır."
Not: Filmin sonunda, Nixon, telefonda hiçbir Washington Post yazarının bir daha Beyaz Saray'a girmeyeceğini söylüyor ardından bir bekçinin karanlık bir odaya girdiğini ve bir haber spikerinin Watergate soygunu dediğini duyuyoruz. Ardından ekran kararıyor ve jenerik giriyor. Filmin sonunda ne olduğunu merak edenler için yazıyorum bu kısmı.
Öncelikle 1971'in Eylül ayında yönetimdeki sızıntıları durdukları gerekçesiyle "Beyaz Saray Tesisatçıları" olarak adlandırılan birim, bir psikiyatristin ofisine girip Daniel Ellsberg'ün belgelerini çaldı. 17 Haziran 1972 günü ise 5 hırsız Watergate iş merkezindeki bir büroya girerken polis tarafından yakalanarak tutuklandı. Bu büronun ABD'nin o zamanki ana muhalefet partisi olan Demokratik Parti'nin merkezi olduğu ortaya çıktı. Sürdürülen soruşturma hırsızların Nixon'ın partisi olan Cumhuriyetçi Parti ile bağlantılı olduklarını ve amaçlarının Demokratik Parti'nin telefonlarını gizlice dinlemek üzere mikrofonlar yerleştirmek olduğunu ortaya koydu. Richard Nixon halkın desteğini kaybetmişti ve ABD Kongresinde Richard Nixon'ı görevden almak üzere soruşturmalar başlamıştı. Bu ortamda 8 Ağustos 1974 tarihinde Richard Nixon televizyonda yaptığı bir konuşmayla ertesi gün istifa edeceğini açıkladı. Yerine Başkan yardımcısı Gerald Ford başkan oldu. Böylece Richard Nixon ABD tarihinde başkanlıktan istifa eden ilk ve tek başkan oldu. Watergate hakkında daha fazla bilgi için*.
Sonuç
Spielberg'ün filmlerini genel olarak iki kategoriye ayırabiliriz sanırım: Amistad, Lincoln, Saving Private Ryan ve Schindler's List gibi tarihi filmler ve Jurassic Park, Indiana Jones, Minority Report ya da Catch Me If You Can gibi gişe filmleri. The Post her ikisini de başarıyla harmanlıyor. Okuduğum bir eleştiri yazısında* filmin bir politik gerilim olduğu söylenmiş. Şöyle ki, filmin temposunun bazı yerlerde düşük olduğu bile söylenebilir ancak ikinci yarıda, özellikle sonuna doğru, tam ayarındaydı. Baskıdan önceki son 24 saati izlemek gerçekten heyecan vericiydi. Spielberg, öne eğilmiş halde, sinema koltuğunun ucunda, aslında ne olacağını bildiğiniz halde, diken üzerinde dakikalar geçirmenizi sağlıyor. Ayrıca bir gazetenin 70'li yıllarda nasıl basıldığını izlemek oldukça ilginçti. Sadece Streep ve Hanks değil tüm kadro çok iyidi. Oldukça başarılı oyunculuklarla harmanlanmış, yetenekli bir yönetmenin kadrajından o günleri sanki içindeymişsiniz gibi anlatan, basın özgürlüğünü ve ne anlama geldiğini yeniden sorgulatan politik bir eleştiri, The Post. Maalesef ben yine biraz geç kaldım izlemekte. Ankara'da birkaç sinemada gösteriliyordu sadece. Bulabilirseniz, gidin izleyin. Ben filme 5 yıldız veriyorum. İyi seyirler!
Tom Hanks, Steven Spielberg ve Meryl Streep The Post setinde |
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil