Kaptan Fantastik Film İncelemesi


Dün akşam 2016 yapımı Kaptan Fantastik'i (Captain Fantastic) izledim. Viggo Mortensen filmdeki performansıyla 2017 Oscar ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu adayı olmuş; filmi yazan ve yöneten Matt Ross da Cannes Film Festivali'nde Belirli Bir Bakış - Yönetmen ödülünü kazanmıştı.

Kaptan Fantastik bir bağımsız film ve bizleri pahalı görsel efektler, göz alıcı kostümlerle sarhoş etmek yerine; tüm bağımsız filmler gibi, bizlere kaliteli bir senaryo ve başarılı oyunculuklar vaat ediyor. CGI ile tanınmayacak hale gelen aktörler, havalı görsel efektler ve içinde neredeyse replik olmayan senaryolar yerine, tüm çıplaklıklarıyla -her anlamda- gerçek oyuncular ve her kelimesi özenle seçilmiş senaryolar... Yani bağımsız filmler, Hollywood'un hala biraz insan kalmış tarafı. Zaten bu yüzden düşük bütçelerine rağmen Oscarlarda illa ki En İyi Oyuncu ve Özgün senaryo adayları arasında yerlerini buluyorlar.

Not: Yazı boyunca pek çok spoiler veriyorum. Henüz izlemediyseniz Konu bölümünü okuduktan sonra doğrudan sonuç bölümünü okumanızı öneririm.

Fragman


Konu

Bir baba ve 6 çocuğu, ormanda, modern yaşamdan uzak bir hayat sürdürmektedir. Çocuklar okula gitmeyip babalarından sıkı bir fiziksel ve entelektüel bir eğitim görmektedirler. Çocukların annelerinin ölümüyle, bu sıradışı aile, kendi "cennet"lerini bırakıp modern dünyaya yolculuğa çıkmak zorunda kalırlar.


Film Üzerine Düşünceler (Spoiler)

Kaptan Fantastik'i sevmemin en önemli sebeplerinden biri oldukça felsefi bir film oluşuydu. Filmin kendisi bir ütopya zaten. Leslie (Trin Miller) ve Ben (Viggo Mortensen) çocuklarını, medeniyetten uzakta, Platon'un Cumhuriyeti'ndeki filozof krallar olarak yetiştirmeyi seçerler. Çocuklar hem fiziksel açıdan güçlü, her türlü koşulda hayatta kalabilir durumda iken aynı zamanda entelektüel açıdan da doludurlar. Bildiğimiz kurallara, normlara uymuyorlar. Çocuklar hayvan öldürebilir, şiddet sevebilir, içki içebilir, olması gerektiği yaştan önce bazı acımasız gerçekleri öğrenebilirler. Hem güçlü hem zeki, mükemmel insanlar, filozof krallar... Ancak bu ütopya, yaşadıkları ormandan çıkıp şehre inmek zorunda kaldıklarında bir distopyaya dönüşüyor.

Filmde anne Leslie, psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Oldukça zengin bir aileden gelen avukat bir kadın, ormanda vahşi bir yaşama adapte olmakta elbette sorunlar yaşayacaktır. Bu arada kalmışlık, onda ciddi mental sorunlar yaratmıştır. Bipolar bozukluklar yaşamakta, halüsinasyonlar görmektedir. Tedavi için bulunduğu hastanede bileklerini keserek intihar eder. Ailesi de cenazesini, onun vasiyetine göre gerçekleştirmek için yola çıkar.

Hayatlarında hiç hamburger yememiş, Nike giymemiş, playstation oynamamış bu çocuklar, annelerinin cenazesine giderken, modern hayatın içine girmek zorunda kalır ve birer ucube olduklarını fark ederler. Film, Platon'un ütopyasının uygulanmaya çalışılsa, hele ki 21. yüzyılda, nasıl sonuçlanacağını ele alıyor. Güçlü ve zeki ucubeler... Aslında daha genel yorumlarsak, çok güçlü olduğu günümüzde kapitalizmden uzak kalmaya çalışmak, hayatın kendisinden de uzak kalmak demek. Gerçek dünyadan uzak kalmak demek de bir ucube haline gelmek demek.

En büyük çocuk, Bodevan (George MacKay), babasından gizli üniversitelere başvurmuş ve en prestijli okullardan kabul almıştır. Her açıdan mükemmel sayılabilecek bu genç, daha önce hiç yabancı bir kızla karşılaşmadığından, kızların yüzüne bile bakamamaktadır. Hatta şöyle isyan eder: "Kahrolası bir kitapta karşıma çıkmadığı sürece, ben hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmiyorum!"

Tüm bu yolculuk baba Ben için bir ebeveynlik sınavıdır. Ben, çocukları için hangisinin daha iyi olmasına karar vermek zorunda kalır: kendi yarattığı sahte ütopyaları mı yoksa kapitalist ve acımasız gerçek dünya mı?

Filmin yıktığı bir tabu daha var: ölüm. Eğlenceli bir cenaze istemektedir, Leslie. Kilisede, ağlayan insanlarla dolu bir cenaze töreni değil; dans etmeli, eğlenmeli bir tören istemektedir. Toprağa gömülüp çürümek değil, küllerinin en yakın tuvalete dökülüp sifonun çekilmesini istemektedir. Bunlar insanı etik açıdan biraz düşündüren detaylar. Bunun yanında, çocukların annelerinin cesediyle yan yana durdukları sahne beni biraz rahatsız etti mesela. Ancak ölüme böyle bakma fikri çok da kötü değil sanırım. Sıradışı, rahatsız edici, ama kabul edilebilir.

--SPOILER--


Sonuç

Filmde pek çok filozof, yazar, eser isimleri geçiyor. Bu bakımdan doyurucu, yeni şeyler öğretiyor. Şarkılar oldukça güzeldi. Görüntüler de öyle, tıpkı bir Tumblr hesabı gibiydi. Anlayacağınız hippi bir ütopya, Kaptan Fantastik. Ayrıca çok sıcak bir aile filmiydi. Verdiği mesajların, her şeye rağmen,  güzel ve takdire değer olduğunu düşünüyorum. Zaten oyunculuklara laf yok. Tüm karakterler çok başarılıydı. Yazımı yine filmden bir replikle, bir Noam Chomsky sözüyle bitirmek istiyorum: "Umudun olmadığını varsayarsan, hiç umudun olmadığını garantilemiş olursun. Eğer özgürlük için bir içgüdü olduğunu, bir şeyleri değiştirmenin imkanı olduğunu varsayarsan, o zaman dünyayı daha iyi bir yer yapmaya katkıda bulunabilme ihtimalin vardır."

Filme 4.5 yıldız veriyorum. Mutlu Noam Chomsky günleri! :) İyi seyirler!

1 yorum:

  1. Ailece izlediğimiz bir filmdi. Tek kelimeyle mükemmeldi...... Her birey izlemeli...

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.