Ahlat Ağacı (The Wild Pear Tree) Ayrıntılı Film İncelemesi


Bugün Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes Film Festivali'nde gösterilen Ahlat Ağacı (The Wild Pear Tree) filmini izledim. Her zamanki gibi geç kalmış olmamdan mı yoksa insanların ilgisini çekmediğinden mi bilmiyorum ama filmi sinema salonundaki tek kişi olarak izledim. Gerçi ilk yarıda biri daha vardı ama ikinci yarıya kalmadı. Sanırım pek haz etmedi filmden. Bana gelince... ben hissettiklerimden pek emin değilim. Açıkçası çok beğenerek, etkilenerek çıkmadım salondan ama özellikle yabancı eleştirmenlerin ne bulduğunu merak ettiğimden birkaç yabancı eleştiri okudum bu yazıya başlamadan önce. (Bkz.) Normalde film hakkında kendim bir şeyler yazmadan başka incelemeler okumayı sevmiyorum. İster istemez etkileniyorum, sonuçta. Ancak okuyunca fark ettim ki beğendikleri kısımları ben de takdir etmiştim izlerken ama filmin 3 saat 8 dakika sürmesine gerek var mıydı bilmiyorum.

Yazdığım ilk film eleştirisi yine bir Ceylan filmiydi: Kış Uykusu. 4 sene sonra yine bir Ceylan filmi hakkında yazacağım. Biliyorsunuz, ayrıntıya girmeyi seviyorum. Bu sefer de öyle yapacağım. Film hakkında ne düşündüğüm de yazının sonunda kesinleşir diye umuyorum. Hazırsanız, başlayalım...

Fragman


Konu

Üniversiteden mezun olduktan sonra memleketine, Çanakkale'nin Çan ilçesine, dönen hevesli ancak kibirli yazar Sinan; köyünde işlerin hatırladığı gibi olmadığını fark eder. Kumar problemi olan babasının borçları onun da yakasına yapışır. Sinan, onlardan çok farklı olduğunu düşündüğü eski arkadaşlarıyla, aşkıyla yıllar sonra karşı karşıya gelir. Tüm bunlar olurken kitabını çıkartmak için gereken parayı bulmaya çalışmaktadır.

Not: Yazının burdan sonraki kısmı spoiler içermekte. Ayrıca film sırasında notlar aldığımdan beğendiğim sahneler ve replikler üzerinden bu incelemeyi yazmak istedim. Çok ayrıntılı olduğunu düşünüyorsanız, doğrudan sonuç bölümünü okuyabilirsiniz.


Film Üzerine Düşünceler

Film, 3 saatlik güzel görüntülerden; anlaşılması zor, uzun cümlelerden oluşan çok derin diyaloglardan; başarılı, doğal oyunculuklardan ve bolca imgeden oluşuyor. Yani klasik Ceylan filmi.

Ceylan bizi şehirle köyü kıyaslamaya zorluyor. Genç ve güzel Hatice'nin (Hazal Ergüçlü) tüm o hayallerini, aşklarını bir kenera bırakıp sevmediği bir kuyumcuyla evlenmek zorunda olmasıyla başlıyor bu kıyaslama. "İnsan neden en yakınında duran hayatı yaşamak zorunda ki? Oysa hayatta öyle güzel şey var ki!" diyor Hatice ve saymaya başlıyor: Kalabalık ışıklı caddeler, ılık akşamlar, birden yağan ıslatan yağmur, güzel yemekler... Hepsini gördüm diyor Sinan (Aydın Doğu Demirkol) o ukala tavrıyla. Birden esen rüzgar, Hatice ve Sinan'ın dudaklarını buluşturuyor. Bir gelincik gibi yabani ama güzel Hatice ısırıyor Sinan'ın dudaklarını.

"Her şey, hayat çok yakın gibi ama aslında değil. Her şey çünkü çok uzak." -Hatice


Bu karşılaştırma bizi sonuna doğru aslında köyden çıkan birinin çok da farklılaşamayacağı, hep bir biçimde onlardan biri olacağı düşüncesine getiriyor. Sinan büyük şehir görmenin, orda okumanın verdiği kibirle, aslında birkaç sene önce onlardan biri olmasına karşın memleketlisine üstten bakıyor. Sanki merkezde geçirdiği o birkaç senede bambaşka bir insan olmuş gibi. 


Sinan, Çanakkale'deki bir kitapçıda bölgenin ünlü yazarlarından Süleyman'la (Serkan Keskin) karşılaşır ve bunu ona olan eleştirilerini dile getirmek için bir fırsat olarak görür. Süleyman, bu genç ve hevesli ancak ukala yazar adayına başta müsamaha gösterse de Sinan ısrar edip onu rahat bırakmayınca, ona hayatta sadece tek bir gerçeğin olmadığını ve yaşlandıkça şiddetli ağrıların edebiyatın, başarının ve hatta Nobel'in bile önüne geçebileceğini söylüyor.

Aslında Sinan'ın bu kibirli tavrı onun toyluğundan geliyor. Bunu en iyi Süleyman gittikten sonra Sinan'ın denizkızı heykelinin kolunu kırıp denize düşürdüğü ve koşarak Truva atına saklandığı sahnede görüyoruz.


Sinan'ın özellikle de babasından çok farklıymış gibi davrandığını görüyoruz. Kumar problemi olan babası İdris (Murat Cemcir) hep her şeyin en kötüsüyken, Sinan hep ondan üstün ve farklı. 

Sinan'ın onu sürekli yargıladığını, eleştirdiğini görüyoruz. "Kendi bataklığına bizi de çektiğinin farkında mısın? Etrafındaki herkes senin yüzünden mutsuzken bu ne rahatlık?

Babası doğal olarak bu durumdan şikayetçi. Sinan yüzünden yanlış anlaşıldığı bir sahnede şöyle diyor: "Yargılamadan hüküm veriyorsun, utanmadan bir de infaz ediyorsun". 

Aslında babasını tüm köy yargılıyor denebilir. Tüm köye borçlanan İdris hakkında herkes bir şeyler söylüyor. Öğretmenler, imam, esnaf... "Öğretmen dediğin topluma örnek olur." diyor bir başka öğretmen. İmam İdris hakkında ileri geri konuşuyor. Tüm bunlarda Sinan, tıpkı sinirli bir ergen gibi koruyor babasını. Babasını sadece o eleştirebilir, başka kimse değil. İmama şöyle diyor Sinan, babasının kumar problemi hakkında: "Hayatın saçmalığına karşı bir başkaldırı onunkisi"


Sinan ailesinin çektiklerinin, tüm bu yoksulluğun sebebinin yine onlar olduğunu düşünüyor. Onun için verdikleri emekleri bir çırpıda silip kusurlarına odaklanıyor. Hatta annesinin (Bennu Yıldırımlar) zamana hayıflanışına şöyle cevap veriyor: "Zaman geçer tabi sizi mi bekleyecekti bi şeyler yapın edin diye". Sanki onu büyüten onlar değilmiş gibi.


Filmin sonunda aslında baba ve oğlun çok da farklı olmadıklarını görüyoruz. Sınıf öğretmeni bir babanın sınıf öğretmenliği mezunu oğlu. İkisinin de ağzı iyi laf yapıyor ve ikisi de diğerleri tarafından kabul görmüyor.

Babasının küçüklüğünde ahırda unutulduğu ve her tarafının karıncalarla kaplandığı anısı Sinan'ın zihninde büyük bir yer ediniyor. Ceylan da bunu iki kere başarılı şekilde resmediyor. 

Bir de köpek imgesi var. Sinan, babasının hayatta en değer verdiği şey, dünyada onu suçlamayan tek ama tek canlı olan avcı köpeğini satarak kitabın basım parasını çıkartıyor. Aslında bir yerde babasının ruhunu satıp kitabını basıyor. Sonunda tüm bu çabaların yersiz olduğunu görüyoruz. Sinan her ne kadar kendisini inanılmaz bir yazar olarak görse de kitabını tek okuyanın ve takdir edenin sadece babası olduğunu görüyoruz. 


Diğer imge ise asılma. Yani birinin kendini asarak intihar etmesi. İlkinde babasının kendini astığını düşündürtüyor Ceylan bize, ikincisinde ise Sinan'ın. Bir diğeri ise kuyu. İdris aksini iddia eden köy halkını dinlemeyip yerin altında su olduğunu iddia ederek bir kuyu kazmaya çalışıyor. Sinan hiçbir zaman buna inanmıyor. Ta ki kitabının başarısızlığını görene kadar. Orada Sinan'ın o kuyuda asıldığını görüyoruz işte. Hayallerini bir kenara bırakıp, öldürüyor o hevesli Sinan'ı. Başlıyor babasının hayalinin peşinden gitmeye... Babasının su çıkacağını iddia ettiği o kuyuyu kazıyor.

Zaman filmde işlenen en önemli konulardan biri. "Zaman dediğin sessiz bir testere demişler. Kime dost kime düşman olacağı belli olmaz." diyor Sinan. Babası İdris ise şöyle diyor: "Unutmanın bile bir cazibesi var bence. İyi ve kötü anılar birbirine karışıp silinip gitmeli."

Ahlat imgesi ise sona saklanmış. Babası hakkında Sinan'ın zihninde büyük yer edinen bir başka şey, Ahlat Ağacı. Filme ismini veren Ahlat Ağacı, Sinan'ın kitabının ismi. Bu ismi verme sebebi ise babasının anlattığı bir hikaye. Uyumsuz, yalnız ve şekilsizmiş ahlat. Tıpkı Sinan, babası ve büyükbabası gibi.




Sonuç

Beni tek rahatsız eden çok uzun olması oldu. Aslında Kış Uykusu daha da uzunmuş ama beni bu uzunluk pek rahatsız etmemişti. Bu sefer niye öyle oldu bilmiyorum. Sanki tüm bunlar çok daha kısa sürede anlatılabilirmiş gibi geldi. Ha bir de genç imam, yaşlı imam ve Sinan'ın sohbeti bana hiç inandırıcı gelmedi. Anlıyorum yeni jenerasyon, eski jenerasyon karşılaştırması tamam ama Türkiye'nin hiçbir yerinde bir imamın din konusunda böyle açık bir sohbet edebileceğini düşünmüyorum. Bunların dışında, genel olarak sanat filmi sevenlerin Ahlat Ağacı'nı sevebileceğini düşünüyorum. Zaten Ceylan filmlerine aşinaysanız az çok ne beklemeniz gerektiğini biliyorsunuzdur. Dediğim gibi: Güzel manzaralar; anlaşılması zor, uzun cümlelerden oluşan çok derin diyaloglar; başarılı, doğal oyunculuklar ve bolca imge... Ben filme 4 yıldız veriyorum. İyi seyirler!

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.